14 Ocak 2016 Perşembe

Günün sonu

Biz insanoğlu her şeyi hızla tükettiğimiz gibi; ilişkilerimizi, arkadaşlıklarımızı, aile hayatımızı, aklınıza gelebilecek her şeyi inanılmaz bir hızla tüketiyor; hiçbir şeye hakettiği değeri veremiyoruz.Gelişen teknolojinin de etkisiyle yaşadığımız hayat ile yaşamamız gereken hayat arasında öyle korkutucu bir fark var ki duygularımızdan arınmış durumda olup: asla yorulmadan ölüme koşuyoruz.
Sahte ilişkiler kuruyor, kısa süreli mutluluklar arzuluyor, ulaşmış olsak bile bir müddet sonra gelişen bu teknolojinin de etkisiyle kurduğumuz bu ilişkiye gereken değeri veremiyor, asıl korkutucu olan ise bu ilişkilere kesinlikle saygı duyamıyoruz.İnsanoğlu, insanlık denilen bu olgudan her geçen gün büyük bir hızla uzaklaşıyor ve yine her geçen gün bu kaçınılmaz sona bir adım daha yaklaşıyor.
Bir gün gelecek ki yanımızda olduğunu düşündüğümüz insanların sadece çıkarlarımız ve onların bizden olan çıkarları
için yanımızda olduklarını göreceğiz, zamanla önce hayallerimize, sonrasında ise tüm hayata küseceğiz ve değil yaşanılan anın tadını çıkarmak; koskoca bir ömürden tad alamadan ölmüş olacağız.

Ve yine korkunç bir şekilde bir yerden sonra hayatımızın ve yaşamın düzelmesini değilde daha da kötüye gitmemesini diler duruma geleceğiz.
İşte o zaman bu basit(!) cümleyi görecek ve üzerine uzun uzun düşünecek ve belki anlayacaksınız harflerin arkasındaki sırrı ve yine belki çözeceksiniz bu esrarı; 
Günün sonuna hoş geldiniz...

4 Ocak 2016 Pazartesi

Kimliklerimizi unutabilmek

Dışarıya baktığımda, kalabalık bir caddeye yada gürültülü bir mekana girdiğimde gördüğüm tek şey sadece insanların birbirleriyle kurmak istedikleri sahte çıkar ilişkileri oluyor. 
Düşünüyorum da bu insanlar; hayatlarının ilk yarısını yani gençliğini bir başkası olmak isteyerek yaşadıkları ve kendileri olamadıklarından, ikinci yarısını da kendileri olamadıkları yıllar için pişman oldukları için bir başkası olarak geçiriyorlar...
Ve bu insanları biraz daha incelediğimde onların;

Kendi kimliklerini kolayca unutabilen talihliler olduklarını, ellerinde çay bardaklarını tutarken ve pahalı sigaralarını içerken kaybettikleri varoluş nedenini hatırlamaya çalışır gibi sonsuzdaki bir noktaya bakarken, kendi iç düşüncelerine çekilen ya da oraya da çekilemedikleri için acımasızca birbirlerini hırpalayan vatandaşlar olduklarını görüyorum.
Orhan Pamuk, o enfes kalemiyle Kara Kitapta şöyle diyor bu 'bir başkası' olan insanlar hakkında;

"Bir başkası,bir daha bir başkası,bir daha bir başkası ola ola,ilk kimliğimizin mutluluğuna geri dönebileceğimizi sanmak boş bir iyimserlikti"

3 Ocak 2016 Pazar

Ölümü bilerek ve görerek yaşamak

Ben pek konuşmam. Ama ben suskun olunca insanlar bana hep, ''neyin var,'' diye sorar sanki hep bir şeyim olmak zorundaymış gibi. Sanki sessiz olanlar, hep mutsuzmuş gibi... Evet sanki sessiz olanlar mutsuz olmak zorunda değil ama ben mutsuzum.Mutluluğu nerede arayacağımı da bulamıyor ve bilemiyorum.
"E zaten ölüm var ucunda neden çabalayayım ki" diyorum kendime çoğu zaman.

İnsanoğlunun hiç ölmeyecekmiş gibi kısacık ömrü boyunca robotlaşmışcasına çabalamasını, didinmesini, duygularından ve kendi benliğinden uzaklaşmasını asla anlayamadım.Bütün bir ömür boyunca korkunç bir şekilde bukalemun azizliğinde renk değiştirmesini de anlayamadım.Mevlana'nın dediği gibi de değil bu, olduğu gibi olmalı insan, aksi takdirde göründüğü gibi olduğu zaman ölümüne dek bir başkasını taklit etmiş olacak çünkü.
Ve bence bir başkasını taklit ederek yaşamak, 'olmak istediğim adam/kadın' figürüdür bizi mutluluktan alıkoyan, eğer mutluluğu bulmak istiyorsak bir idol seçmek gibi bir gaflete düşmemeliyiz.Yahu öleceğiz neden bu bu koşuşturma, neden bu politika, neden bu savaşlar ve neden bu bitmek tükenmek bilmeyen ticaretimiz? Tüm bunların amacı kaybolmuş huzura yada Pamuk'un dediği gibi kaybolmuş cennete kavuşmak değil midir?



İyi ki ölüm var da; hayatta her şeyi yerli yerine koyuyor

Oblomovdan ufak bir kesit

Oblomovdan onu toplumun içine çekmek ve sıradan bir insan gibi yaşatmak isteyen çocukluk arkadaşına, bir nevi can dostuna;

toplum! senin beni bu adamların içine götürmeye çalışman, onlardan iyice nefret etmem için herhalde. hayat; amma da hayat ha. ne bulabilir insan orada? fikir meseleleri mi var? duygu meseleleri mi var? bu hayatın bir ekseni yok: derin, önemli hiçbir yanı yok. bütün bu salon adamları benden çok daha uyuşuk, benden çok daha ölü. hayattaki gayeleri ne? benim gibi yatakta uzanmıyorlar ama bütün gün sinekler gibi aşağı yukarı inip çıkıyorlar. ne çıkıyor bunlardan? bir odaya girersin, bakarsın ki herkes karşılıklı oturmuş, ciddi ciddi duruyor. yaptıkları nedir? iskambil oynuyorlar... diyecek yok güzel bir hayat doğrusu. yaşamak isteyen bir ruh için ne yaman bir örnek! ölü değil mi bu adamlar? oturdukları yerde uyumuyorlar mı? ben yatakta yatıyorum, kafamı valeler ve aslarla doldurmuyorum diye kabahatli mi oluyorum!


2 Ocak 2016 Cumartesi

Küçük insanlar, büyük umutlar

Bakın ben ve benim gibi küçük insanların küçük yaşamları, büyük hayalleri olur.
Her ne kadar çabalasakta; büyük, başarılı,yada süslü bir yaşam için, elde edebileceklerimiz daima sınırlıdır.
Belki bunun tam aksini düşündüğümüz anlar olacaktır ama hayat kamçısını kaldırmış durumda hazır bekleyip bizim mutlu olma hedeflerimize indirmek için bekliyordur...

Bizler her ne kadar istesekte büyük, başarılı, süslü bir yaşam; geleceğimize baktığımızda sadece amaçsız bir koşuşturma görürüz.
Hatta öyle bir koşuşturmadır ki bu, bize sadece mutsuzluk ve huzursuzluk getireceğini biliriz.
Ben ve benim gibilerin hayatında vermesi gereken en önemli karar; düştüğü en büyük yol ayrımı ise;
Diğer insanlar gibi toplumsal hayatın içine karışıp, aslında yaşamak istemediğimiz bir yaşamı yaşamak ve olmak istemediğimiz birini taklit ederek yaşamak(!) ile bir gecekondu dairesine yerleşip ölmeyi beklemek, yani ömrümüz boyunca toplumdan, yani insanlardan, yani sahte çıkar ilişkilerinden, yani tüm bu insanların umarsızca keyif aldığı eylemlerden kaçmaktır.



Hayat; gerçekten, akıl almaz bir akıl oyunu!