20 Haziran 2016 Pazartesi

İçimizdeki karanlık

İnsan nasıl göründüğüyle çok fazla ilgili bir yaratık. Hayır değilim demeyin sakın.
Hepimiz çevremizdeki insanlara daha samimi, daha duyarlı ve daha ahlaklı görünmek istiyoruz. Başkalarının gözünden, bu dünyadaki varlığımızın doğruluğuna dair bir teyit almak ve pohpohlanmak; aferinlenmek istiyoruz.Tipik kabul görme çabası.
Onlara hislendiğimizi ve acı çektiğimizi göstermek istiyoruz. Oysa sükûtun konuşmaktan daha kıymetli olduğu zamanlardayız. Oturup toplumsal ya da ulusal kayıplarımız üzerine düşünmenin, canlarını yitiren binlerce kardeşimizin, karılarını, kocalarını ve anne babalarını yitiren ailelerin ve maalesef ruhunu yitirmiş olan bizlerin üzerine düşünmemiz gereken zamanlar... 
Sessizliğin kelimeleriyle, ruhumuzu onaracağımız zamanlar...
Kalbimizi acıyı içeriden yaşamış olanın sözüne açıp, bizim sustuğumuz zamanlar...
Ama biz bunu yapamıyoruz tabii; Umutsuzuz çünkü. Kaçıyoruz zordan, koşuyoruz kolaya!
Önce bir suçlu belirliyoruz kendimizce bu belki modern zaman masalı oluyor, belki bir politikacı, belki eğitim sistemi ya da yaşam kalitesi. İşte sonra tüm bunları onun sırtına yüklüyoruz.
Umutsuzlara sefaletin sorumlusu olan bir suçlu göstermeli ki, onun başının ezilmesiyle cennetin yeryüzüne ineceğine inanabilsinler diyor Pamuk, yine haklı.
Hal böyle olunca dilimiz acımasızlaşıyor, yöntemlerimiz ahlaksızlığın dibini buluyor, amaca ulaşmak için her yolun mübah kabul edildiği yeni bir kötülük dili galip geliyor. Buna psikolojide mazlumun zalimle özdeşleşmesi deniyor, İbni Haldun da farklı bir pencereden medeniyet düzleminde bakıp "Mağluplar galipleri taklit eder," demişti.
Belki de tüm mesele budur, kim bilir? 
 

14 Haziran 2016 Salı

Umudun algoritması

Köşe bucak kaçan mutluluğu umutsuzca aramaya programlı sanırım bu cansız ruhum, ve yorgun bedenim.
Bilinmezliklerle dolu olan bu hayat, bu acı imtihan beni boğuyor. Bir başarma arzusudur ki tutturmuş gidiyor herkesin dilinde.
Sürekli yarınımı düşünmekten; bugünümü yaşayamaz hale geldim. Hiçbir hamleyi öncesinden saptayamıyorum artık.Tabii saptayamadığım için ardı ardına gelen sayısız şoklar, şaşırmış ya da belki şaşırmamış numaraları... İnanın yıldım. Sürekli oyunlar oynamaktan, her duruma, her tepkiye göre ayrı bir rol takınmaktan yıldım. Bilmiyorum ne zaman kendim olabileceğim? Bilemiyorum sevgili okur, ne yapmalı?
Keşke biraz güç ve biraz umut olsa içimde.
Koşturabilsem hoyratça ve 'başarabilsem' toplumun gözünde.
Kurabilsem 'düzenli' bir yaşam ve yapabilecek tek bir şeyim kalsa; yıkım!
Bence her şeyi yerli yerinde tıkır tıkır işleyen bir hayat kurduğunda, o hayatı yerle yeksan edecek bir felaket kurgulamakta farz olur.Milyonlarcasının ulaşmak için çabaladığı şeye ulaşıp üzerine bir dakika düşünmeden yıkmak!
Sizce de bu yıkımın düşüncesi bile müthiş haz değil mi?


3 Haziran 2016 Cuma

Yolun sonuna doğru haklı çıktı Dostoyevski

Bir lunaparkta kaybolmak, unutulmak istiyorum bazen. Kendi anlamsızlığımın derinliğinde boğulurken ben, henüz kendisi olabilen, henüz masum çocukların kahkahalarına eşlik etmek istiyorum.Saatlerce sürmeli bu…
Lunaparkın kapanışı ile kendimi insansız ama bolca aç ve hırçın köpekli bir sokağa atmak ve öylece yürümek istiyorum.Saatlerce sürmeli bu…
Herkesin kenara çektiği bir kendisi vardır diyor Dostoyevski. Yok mudur acaba?
Başımı bir omuz yerine bir duvara yaslayıp (eğer o gece şanslıysam bir ağaca) düşünmek, geleceği düşlemek istiyorum bazen de.
Bazen karanlık, bazen puslu ama daima anlamsız gelecek. Saatlerce sürmeli bu…
Tabii ardından renkler giderek perde perde solmaya başlasın bu düşüncenin ağırlığı altında.Çizgiler kesinliklerini, şekiller görünürlüklerini, sokak köpeklerinin sesleri gerçekliğini yitirmeye başlasın. Kuşkularla korkular da, birdenbire çoğalsın bunlarla birlikte.
Bakıştan bakışa sıçrayıp, duruştan duruşa şekillenen şu basit soru gelsin hemen aklıma "Neden yaşıyoruz?" bu sorunun tehdit ve keder yüklü karanlık yankıları yüzünden, ölüm gelip bir an için insanların baktığı her noktadan, insanlara baksın yani.
Böyle bir gecenin ardından sabaha karşı evde bulayım kendimi.
Ağır ağır adım atayım korkuluğa doğru, kafamı balkondan sarkıtıp bir duraksadıktan sonra kendimi boşluğa bırakayım. Saatlerce sürmeli bu...
Yolda muhtemelen iyi niyetli bi' ihtiyar bilge çıksın karşıma ve sorsun tek kelime "neden?" ben de dönüp bu ihtiyara, aşağıdaki insanları gösterip; "ben bir süre yere paralel gittim. Onlara anlayabilecekleri, anlamaları gereken şeyler anlattım, anlamadılar.
Artık yere dikey inme vaktidir!" diyeyim.