Hepimiz çevremizdeki insanlara daha samimi, daha duyarlı ve daha ahlaklı görünmek istiyoruz. Başkalarının gözünden, bu dünyadaki varlığımızın doğruluğuna dair bir teyit almak ve pohpohlanmak; aferinlenmek istiyoruz.Tipik kabul görme çabası.
Onlara hislendiğimizi ve acı çektiğimizi göstermek istiyoruz. Oysa sükûtun konuşmaktan daha kıymetli olduğu zamanlardayız. Oturup toplumsal ya da ulusal kayıplarımız üzerine düşünmenin, canlarını yitiren binlerce kardeşimizin, karılarını, kocalarını ve anne babalarını yitiren ailelerin ve maalesef ruhunu yitirmiş olan bizlerin üzerine düşünmemiz gereken zamanlar...
Sessizliğin kelimeleriyle, ruhumuzu onaracağımız zamanlar...
Kalbimizi acıyı içeriden yaşamış olanın sözüne açıp, bizim sustuğumuz zamanlar...
Ama biz bunu yapamıyoruz tabii; Umutsuzuz çünkü. Kaçıyoruz zordan, koşuyoruz kolaya!
Önce bir suçlu belirliyoruz kendimizce bu belki modern zaman masalı oluyor, belki bir politikacı, belki eğitim sistemi ya da yaşam kalitesi. İşte sonra tüm bunları onun sırtına yüklüyoruz.
Umutsuzlara sefaletin sorumlusu olan bir suçlu göstermeli ki, onun başının ezilmesiyle cennetin yeryüzüne ineceğine inanabilsinler diyor Pamuk, yine haklı.
Hal böyle olunca dilimiz acımasızlaşıyor, yöntemlerimiz ahlaksızlığın dibini buluyor, amaca ulaşmak için her yolun mübah kabul edildiği yeni bir kötülük dili galip geliyor. Buna psikolojide mazlumun zalimle özdeşleşmesi deniyor, İbni Haldun da farklı bir pencereden medeniyet düzleminde bakıp "Mağluplar galipleri taklit eder," demişti.
Belki de tüm mesele budur, kim bilir?