Lunaparkın kapanışı ile kendimi insansız ama bolca aç ve hırçın köpekli bir sokağa atmak ve öylece yürümek istiyorum.Saatlerce sürmeli bu…
Herkesin kenara çektiği bir kendisi vardır diyor Dostoyevski. Yok mudur acaba?
Başımı bir omuz yerine bir duvara yaslayıp (eğer o gece şanslıysam bir ağaca) düşünmek, geleceği düşlemek istiyorum bazen de.
Bazen karanlık, bazen puslu ama daima anlamsız gelecek. Saatlerce sürmeli bu…
Tabii ardından renkler giderek perde perde solmaya başlasın bu düşüncenin ağırlığı altında.Çizgiler kesinliklerini, şekiller görünürlüklerini, sokak köpeklerinin sesleri gerçekliğini yitirmeye başlasın. Kuşkularla korkular da, birdenbire çoğalsın bunlarla birlikte.
Bakıştan bakışa sıçrayıp, duruştan duruşa şekillenen şu basit soru gelsin hemen aklıma "Neden yaşıyoruz?" bu sorunun tehdit ve keder yüklü karanlık yankıları yüzünden, ölüm gelip bir an için insanların baktığı her noktadan, insanlara baksın yani.
Böyle bir gecenin ardından sabaha karşı evde bulayım kendimi.
Ağır ağır adım atayım korkuluğa doğru, kafamı balkondan sarkıtıp bir duraksadıktan sonra kendimi boşluğa bırakayım. Saatlerce sürmeli bu...
Yolda muhtemelen iyi niyetli bi' ihtiyar bilge çıksın karşıma ve sorsun tek kelime "neden?" ben de dönüp bu ihtiyara, aşağıdaki insanları gösterip; "ben bir süre yere paralel gittim. Onlara anlayabilecekleri, anlamaları gereken şeyler anlattım, anlamadılar.
Artık yere dikey inme vaktidir!" diyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder